28 Şubat 2010 Pazar

Günün Sözü


Bir kadına ne verirseniz verin, onu daha da büyük hale getirir...

Ona sperm verirseniz, size bir çocuk verir.

Ona bir ev verirseniz, size bir yuva verir.

Ona sebze verirseniz, size yemek verir.

Ona bir gülücük verirseniz, size kalbini verir.

Ona bir şarkı söyleyin, size konser verir.

Kendisine verileni, çarpıp çoğaltarak geri verir...

Bu yüzden ona çamur atarsanız, karşılığında bir bataklıkta boğulmaya hazır olun...

26 Şubat 2010 Cuma

Mutluluk yanıbaşımızdayken neden finali bekliyoruz ki?


Zengin bir iş adamı, iş seyahati sırasında Meksika”nın küçük bir kıyı kasabasına uğramış. Limanda gezerken, bakmış ağzına kadar balık dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balıkçı.:
- Merhaba balıkçı, bu balıkları ne kadar zamanda tuttun?
- Bir iki saatimi aldı, demiş balıkçı.
- Eee, niye biraz daha kalıp daha fazla tutmadın, diye sormuş.
- Bu kadarı bize yetiyor da ondan, diye omuz silkmiş balıkçı. Balıkçının bu kanaatkarlığına şaşırmış işadamı.
- Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki, diye üstelemiş. Balıkçı, özetlemiş bir gününü:
- Sabahları açılır, biraz balık tutarım. Sonra çocuklarımla oynarım. Öğleyin karımla biraz siesta yaparım. Akşamları amigolarla beraber gitar çalıp, geç vakte kadar eğleniriz. Oldukça meşgul sayılırım sinyor. İşadamı:
- Bak demiş, ben sana yardımcı olabilirim. Bu işe daha çok zaman ayırmalısın, daha büyük bir tekne bulup daha çok balık tutmalısın, oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın, doğrudan işletme tesislerine satarsın, hatta zamanla kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun. Balıkçı merakla:
- Bunları yapmak kaç sene alır sinyor, demiş.
- On beş yirmi yılda halledersin, ama sonrası daha parlak; zamanı gelince şirketini hisselerini iyi paraya satarsın, kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın.
- Milyonlar ha.. diye tekrarlamış balıkçı, eee… sonra?- Sonra emekli olursun, küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin, istersen zevk için balık tutarsın, çocuklarınla oynar, karınla keyfince siesta yaparsın, akşamları da arkadaşlarınla gece yarısına kadar gitar çalarsın. Nasıl mükemmel değil mi?Balıkçı;
- O zaman yazık değimli yirmi yıla demiş. Bir an olsun durup düşünsenize; bütün bu telaş ne için? Arada denize açılıp, çocuklarınıza zaman ayırıp, dostlarınızla gitar çalıp, eğlenemedikten sonra, onca koşturmanın ne anlamı var? Hırsla örülü onca yılın vaat ettiği final, halen yanı başımızda duran mutluluksa, bu yarışa ne gerek var?***

"Gelecek adına çalışmamak ya da yatırım yapmamak değildir. Elimizdekilerle yetinmesini de bilip, içinde bulunduğumuz ya da görmezden geldiğimiz mutluluğu gözardı etmemektir. Küçük mutlulukların büyük mutlulukların da habercisi olduğunu unutmamaktır. Hırs derken, daha fazlası derken bugünü ertelemeyelim, sırf maddiyat için elimizdekinden de olmayalım."

Sosyal Adalet..


Genç bir işadamı Güney Afrika'da iş gezisindedir. Herşey umduğundan daha başarılı ve çabuk gelişmiştir. Sözleşme bile imzalanmıştır. Dönüşüne tam bir gün vardır.
Büyük Sinemalardan birinin önünden geçerken dikkatini "Ghandi" filmi çekiyor adamın. Hani şu bol Oscar'lı uzun film...Hemen taksiden iniyor ve doğru gişenin önündeki kuyruğa... İnsanlar tuhaf tuhaf, bakıyorlar genç işadamına:
- Beyfendi, siz yabancisiniz galiba?
- Evet, nereden anladınız?
- Burada beyazlar kuyruğa girmezler, onlar doğrudan gişeye giderler biletlerini oradan alırlar. Adam biraz mahçup, tüm kuyruğu geçip gidiyor gişeye. Evet... Beyazlar için ayrı bir pencere var gerçekten.
- İyi günler efendim, bir koltuk rica ediyorum, arkadan ve ortadan lütfen...Gişedeki kız şaşkın:
- Beyfendi, siz yabancısınız galiba?
- Evet, nereden anladınız?
- Burada beyazlar, koltukta değil, balkonda otururlar.
- Peki bir balkon lütfen. Adamcağız, balkonda filmi seyretmeye devam eder etmesine de, Güney Afrika'da bizim sinemalar gibi uzun uzun aralar yok ki, sıkışır haliyle. Etraf karanlık, herkes filmi izliyor, dayanamaz ve ayağa kalkmaya karar verir. Tam kalkacak, yandaki sorar:
- Nereye beyfendi?
- Hiiç... Tuvalete gitmem lazım..
- Beyfendi, siz yabancısınız galiba?
- Evet, ama nereden anladınız?
- Burada beyazlar, tuvalete gitmez ki, balkondan aşağı işeyiverirler.Adam şaşkın, tek güvendiği etraftaki karanlık. Balkonun korkuluklarına dayanır ve tam çişini ederken, aşağıdan bir zenci seslenir:
- Heeey sen yabancısın galibaaa...!!!
Adam iyiden iyiye şaşkın, karanlıkta ve sadece çişinden tanındığı için ürkmüş...Aşağıdaki devam eder:
- İnsan sadece birinin kafasına etmez ki, şöyle bir serpiştirir... Bu memlekette sosyal adalet diye bişey var!..

11 Şubat 2010 Perşembe

Hayat dersi


Kızıldereliden kısa bir hayat dersi....

Cherokee kabilesinin yaşlılarından biri hayat, aşk ve evlilik üzerine konuşurken şunları söylüyor:
“İçimizde iki kurt var ve bunların arasında da korkunç bir savaş..
Kurtlardan biri; korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı, pişmanlığı, açgözlülüğü, kibiri, kendine acımayı, küskünlüğü, aşağılık duygusunu, yalanları, üstünlük taslamayı ve bencilliği temsil ediyor.
Diğeri ise; zevki, huzuru, sevgiyi, umudu, paylaşmayı, cömertliği, dinginliği, alçak gönüllülüğü, nezaketi, yardımseverliliği, dostluğu, anlayışı, merhameti ve inancı temsil ediyor.“
Gençlerden biri “hangi kurt kazanacak?” diye soruyor ve yaşlı adam kısaca cevap veriyor:
“Beslediğiniz..”

Kısa kısa ....

Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbirşeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir… Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: “Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem” der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir:Ben çekilirim!!

Kırkağaç Kaymakamlık binasının tamir gerektiği bildirilince, merkezden yazı gelmiş.
"-Nelerin aktığını, yegan yegan bildiriniz."
Aynı Zamanda meşhur bir hicivci olan kaymakam Eşref, cevap yazmış.
"- Muslukları hariç, her tarafı akıyor."



Mutluluk
İnsanoğlu mutluluğu hep hor kullanıyormuş... Hep şikayetçi hep bıkkınmış... Birgün melekler mutluluğu saklamaya karar vermişler... Saklayalım, zor bulsunlar... Zor buldukları için belki kıymetini bilirler diyerek başlamışlar tartışmaya... Sorun büyükmüş... Mutluluğu saklamak kolay değilmiş ...çünkü... Kimisi: '' Everest'in tepesine saklayalım'' demiş, kimisi: '' Atlas Okyanusu'nun dibine'' demiş. Tac Mahal'in kubbesi, Mekke sokakları, İtalyan sofrası... Bir hastanenin yenidoğan odası, dondurma külahı, şarap şişesi.. Sigara paketi, lale bahçesi... Pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş... Derken meleklerden biri: '' İçlerine Saklayalım '' demiş... '' Kimsenin aklına gelmez içine bakmak!!!''
İşte o gün bugündür mutluluk insanın kendi içinde saklıymış...


Peyami Safa'ca
“Yaşamak değişmektir”
“Kelebekler en çok hangi çiçeğe konduğunu bilmezler”
“İki insan hele kadın ve erkek birbirinin ebedi dostu ve düşmanıdır. Daima sevişecek ve didişeceklerdir. Aşk, erkekle kadın arasındaki harpte iki tarafın yorgunluğundan gelen ve gene kavga ile biten geçici bir mütarekeden başka bir şey değildir. Dostluk ve öteki sevgililer gibi..”
Sevgililikte bazen yalnız kalarak insan, kendini başkasında kaybolmaktan kurtarır."
”Boşluk. Derin bir can sıkıntısı. Asrın hastalığı”

9 Şubat 2010 Salı

İnsan ömrü ne kadardır?


Torunu, pamuk gibi bembeyaz sakallı, nur yüzlü dedesine merakla soruyor :
“Dedeciğim! Bir insanın ömrü ne kadar olur?” Dede tatlı bir gülücükle:
“Ezanla namaz arası kadar yavrucuğum.” deyince torun:
“Nasıl yani, ömür bu kadar kısa mı?” der. Dede:
“Evet yavrum. ömür, namazsız ezanla, ezansız namaz arası kadardır.” diye cevap verir. Torun yeniden sorar:
“Namazsız ezan ve ezansız namaz sözlerinden ne kastettiğini anlamadım dedeciğim. Bu nedemek açıklar mısın?” Dede şefkatle ellerinden tuttuğu torununa:
“Bak yavrum, geçenlerde komşumuzun çocuğu doğdu. Çocuğun kulağına ezan okundu değil mi? işte o ezanın namazı kılındı mı? Kılınmadı. O ezan “Namazsız ezan”dı. İnsan öldüğü zaman kılınan cenaze namazının da ezanı yoktur. O da “Ezansız namaz”dır. Aslında o namazın ezanı insan doğunca okunmuştu kulağına.
“Bak ey insan! Doğdun, ama öleceksin, ömür çabuk biter, hayatını iyi değerlendir. Boşa vakit harcama!” ikazını yapıyordu o ezan. İşte yavrum insan ömrü ezanla namaz arası kadardır.
Sakın boşa geçirme. Ömrünü dolu dolu yaşa, bir nefes bile boşluk bırakma!”

İnancım Kalmadı Benim


Her eğilip baktığımda başımın gövdemden ağır gelmesiyle yerde buluyorum kendimi... Deyimlerden çıkmış bir cümle olabilir ama kafamın içindekiler, beynimi sömüren anlamsız ya da belkide fazla anlamlı düşünceler taşımıyor artık bu bedeni... Her defasında düşmek mi bana yazılan ya da en acısı yerlerde sürünürken bile başımı kaldırabilcek gücü bulup (ki nerden bulduğumu anlamış değilim hala) düştüğüm yüksekliği görmek mi?
Gülücük perisi niye uğramıyorsun yüzüme?
Hala kaçırıyorum gözlerimi insanlardan...Kaybolmasınlar içimdeki boşlukta diye...
Niye farklı olduğumu devamlı yüzüme vuran kelimeler seçiyorlar benimle konuşurken? Niye hissettiriyorlar ki bunu? Yüzümde ki tepkisiz maskenin altında devamlı ağlayan bir yüz olduğunu öğrenmek için mi bütün bu çabalar?
Ne zaman açık vericek diye kaçtıkça bıkmadan üstüme gelmeleri...Neden?...
Herşey yalan sadece düşlerim gerçek...Düşlerim var rüzgara ters düşen...Her attığım adımda onlara, biraz daha kaybediyorum içimdeki beni.. Vardığımda kalacakmıyım? Bilmiyorum.
Yalnız mıyım? Onların dediklerine göre yalnız olamam... Etrafımdalar çünkü..Ve evet bencede yalnız değilim.. Kimsenin bilmediği iki kişilik bir dünyam var benim..Adım hala hayat kitabında yazıyor..
Gerçek çok şeffaf tıpkı ağladığımda gözlerimin kıpkırmızı kesilmesi kadar...
Kahretsin acınacak haldeyim yine... Kelimelere vurmak bu olsa gerek..
Melekler duymuyor sesimi
Karanlık işte yine her yer
Gözyaşlarım, keşkeleri yok edemiyor
Korkuyorum
İnancım kalmadı benim...

Ayrılık Acısı


İnsanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır”, der Dostoyevski…

Veda acısı, kabuğunu soyar insanın; yıldızını kazıyıp çırılçıplak ortaya serer. Birlikteliğin örttüğü tüm kusurları ayrılık sergiler. Bir ayrılık arifesinde helalleşilir ve o an hakiki tabiatlarıyla yüzleşilir. “Ölene kadar” diye söz verilmiştir, ama “ölüm yolunda” başka tercihler belirmiştir. Kararsız prensesin vicdanı azap çekerken 7 cücelerin somurtkanı “aklını başına al” diye fısıldar kulağına; haytası ise “kalbinin sesini dinle” diye cekiştirir eteğinden. Hep hayran bakan gözlere, hatalar takılmaya başlar. “Ama”yla biter alelâde iltifat cümleleri: “Sen iyi bir insansın, ama arkadaşlarin kötü”, “Seni seviyorum, ama bu ilişkide mutlu değilim”, “Ben başka türlü bir beraberlik düşlemiştim” vs..vs.. Sonra gelsin uykusuz geceler… Bir türlü karar verememeler… Ruhen gidip gelmeler… “Hele biraz daha zaman geçsin” diye nikah ertelemeler… Birlikteymiş gibi yaparken, sevecek başka yüzler, yüzecek başka denizler kollamalar..

“Aslında bütün bunlar bizim iyiliğimiz için”e kendini kandırmalar.Sonrası hep aynı: Bekleyenin “Hani sonbaharda buluşacaktık. Hazan geldi geçti, sen gelmez oldun” sızlanmaları… Bekleyenin “Geliyorum az kaldı” oyalamaları… Bittiğini bile bile işi uzatmalar; söyleyemedikçe hepten batağa saplanmalar… Terke makul bir gerekçe ararken hepten çarşafa dolanmalar… Veda konuşmasında süslü iltifat cümlelerinin arasına, o cümleleri hiçleştiren mayınlar serpiştirmeler…Üzgün görünmeler… bağış dilenmeler… “…ama kaçınılmazdı” demeler… “Sözünden caydın” yakınmalarını “Sen de eski sen değilsin. Değişmişsin” diye göğüslemeler……asıl kendinin değiştiğini bilmezden gelmeler…Ve son sahne: Terk edenin o mahçup “Gönlüm başkasında” itirafına karşılık terk edilenin kırık çalımı: “uğurlar olsun! Ben yoluma devam ediyorum”. İhanetler hep böyledir: İlki, bir yenisine gebedir; ikincisi daha az acı verir. Ondan sonra dur durak yoktur: Güvenilmez aşık, sevdikçe kıran, gezdikçe ardında bir kırık kalpler mezarlığı bırakan bir dervişe döner. Artık acılara hapsolmuştur: Buluşmak istedikçe ayrılacak, birleşmeye çalıştıkça parçalanacak, sonunda terk ettiklerinin “ah”ı tutup terk edildiğinde mukadder yalnızlığına kapanacaktır.

Can Dündar
Alıntı

8 Şubat 2010 Pazartesi

Doğmamış bebeğe...


Göğsümden emdiğin sütle
Hayatta kalmaya çalışan
Rüyalarımda ki bebek!!!

Hayattamısın şu an
Yoksa rüyalarda mısın?
Doğmayı mı bekliyorsun?
Doğrulmayı mı?

Yaşıyorsun biliyorum...
Benim yaşadığım ve
Var olduğum kadar
Gerçeksin!!...

Aynı zamanda değiliz
Aynı mekanda olmadığımız gibi
Aklıma düştün yine
Bir gün varolacağını bile bile

Senin varolmaya
İhtiyacın var
Benim kendimi bulmaya
İhtiyacım olduğu kadar...

Aradığım ne onda ne bunda
Kavuşacağım ana dek, sana
Hapsolduğum yalnızlığımda
Yoldaş olacaksın sen bana

Hatee

08.02.2010

Ağustos böceği aklandı...


Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalamaolarak 12 yıl bekler. Evet, tam 12 yıl. 12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos. Yani topu topu bir ay… Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir. Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir. Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık. Ömrün bir ay…Buldun, buldun… Bulamadın, bir daha yok.
Siz olsanız çalışır mıydınız?

4 Şubat 2010 Perşembe

Fotoğrafın Dili...

Hayata sitem ederim bazen... Sitem sebebim ise çoğu zaman yanlızlığımdır... Ayazda kalmış, yaprakları dökülmüş, çıplak ağaç hissederim kendimi.. Köklerim bağlar beni olduğum yere...Üşürüm, titrerim, isyan ederim!!! Beni soğuğa karşı koruyan çoğu zaman bir şemsiye ve giydiğim kırmızı mantomdur... Cansız eşyalara sevgim bu yüzdendir belkide...


Yalnız ağacı görürdüm hep.. Kahretsin!! yine herşeyiyle karşımda. Kaçtığım ama kurtulamadığım yalnızlığım... Görmeyeyim diye gözlerimi kapatsamda, beni görmelerine engel olamadım... Böyle aciz ve zavallı görünemem size.. Gözlerimden yaşlar yerine kan süzülmeye başladığında da bana acıdılar...



Karaya vurmuş gemiler ne kadar hüzünlüdür ne kadar çaresizdir... Bana yalnızlığı hatırlatır... Tıpkı ağaçlar gibi... Kuşlar mıdır onların arkadaşları...? Belkide yalnız değil, yalnız olmalarını kendimle bağdaştırdığım için onları hüzünlü görmek istiyorumdur... Hayatının en sakin en huzurlu günlerini yaşayan geminin batmış görüntüsüne aldanmayın... Denizin tuzlu suyunu altından içine aldığı günden beri ağırlığının hafifliğini, su ile bir olmanın huzurunu yaşıyor...

Dengede durabilmek zor bu hayatta. Düşmemek için birine yaslanmak istersin. Onun düşmemesi içinde senin dengede ve dik durabilmen gerekirmiş. Başkalarına yaslandığımda anladım...



Basamağın sonuna geldim işte derken basamakların hiç bitmediğini gördüm. Arka planda göremediğim, anlayamadığım yerlerde hep başka anlamlar, hep başka yollar hep başka basamaklar varmış...Hayat sonu olmayan bir labirent gibi. Her yol başka bir yola çıkıyormuş.. doğru yada yanlış......



Çamura bulanmış, kirlenmiş hissettim bazen.. Etrafım çamurla çevrelenmiş ben ise batalıkta büyümeye çalışan bir goncaydım... Goncaların büyümek için toprağa muhtaç olduğunu, çamur olmadan goncanın olamayacağını "gül" olduğumda anladım... Kokumun ve güzelliğim, kırgınlığım ve solgunluğumun sebebiydi çamur... Sebeblerin içinde bir sonuç, başka sonuçlara sebeptim sadece...



Bunları düşünmek beni ben yapıyordu. Ben, ben oldum... Hayat, ne hep acıydı ne de hep tatlı... Hayat ben ona yüklediğim kadar anlamlıydı... Tattığım kadar ekşi, tatlı, tuzlu ve acı... Yaşadığım kadar hüzünlü, mutlu, kederli ve de sevinçli... Aslında bunların hepsi birdi...
Hateee

2 Şubat 2010 Salı

Dünyanın en güzel atasözleri...


- Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir. (Brezilya)
- Hiçbir mutfak iki kadını alacak kadar geniş değildir. (Sudan)
- Sevmek keman çalmak gibidir, bilmeyen kötü sesler çıkarır. (Bolivya)
- Sis yelpazeyle dağıtılmaz. (Japonya) - Şöhret kabiliyetin gölgesidir. (İngiltere)
- Güzellik, tabiatın kadınlara verdiği ilk hediye, aynı zamanda geri aldığı ilk şeydir. (Şili)
- İnsan dışı ile karşılanır, içi ile uğurlanır. (Moğolistan)
- Ağaç ne kadar yüksek olursa olsun, yaprakları yine de yere dökülür. (Çin)
- Altın ateşle, kadın altınla, erkek kadınla imtihan edilir. (ABD)
- Kadınlar gülebildikleri zaman gülerler, istedikleri zaman ağlarlar. (Venezuela)
- Kadın gölge gibidir, kendisini takip edenden kaçar, önünden gidenin arkasından koşar. (Kongo)
- Evlenmeden önce gözlerinizi dört açın. Evlendikten sonra yarı yarıya kapatın. (Portekiz)
- Mutluluk herkesin hayatından bir kere geçer. (Venezuela)
- İnsanlar yaşadıkça ihtiyarladıklarını sanırlar, halbuki yaşamadıkça ihtiyarlar. (İskoçya)
- Gerçek sevgi ayrılıkta unutulmaz. (Belçika) - Biri öteki kadar zengin olunca, kardeşler birbirlerini severler. (Uganda)
- Evlilik bir kale gibidir. Dışarıdakiler oraya girmek için, içindekiler de çıkmak için uğraşıp dururlar. (Tayland)
- Yaşını söyleyen kadın ya genç olduğu için kaybedecek bir şeyi yoktur ya da yaşlı olduğundan kazanacak bir şeyi yoktur. (Malezya)
- Çabuk gelen kötü şans, geç gelen iyi şanstan iyidir. (Arnavutluk)
- Başkalarını azarlar gibi kendini azarla, kendini affeder gibi başkalarını affet. (Çin)
- Bilgi inancın düşmanıdır. (Anonim)
- Erkek yaşını saklamaya, kadın ise saklamamaya başladığı zaman yaşlanmıştır. (Peru)
- Ömrünün sonuna kadar eşeğe binmektense, bir yıl ata binmek yeğdir. (Hollanda)
- Üç taşınma bir yangına bedeldir. (Japonya)
- Nisan yağmuru Mayıs çiçeği getirir. (Kanada)
- Bir yalan ne kadar hızlı olursa olsun, hakikat onu yetişip geçer. (Kenya)
- Yatağa yattığın zaman, problemlerini elbiselerinde bırak. (Hollanda)
- Büyük acılar sessizdir. (İtalya)
- Küçük üzüntüler konuşurlar, büyük dertler dilsizdir. (Nijerya)
- Birleşmek başlangıçtır, birliği sürdürmek gelişmedir; birlikte çalışmak başarıdır. (ABD)
- İdealler yıldızlar gibidir, onları tutmak mümkün olmaz, ama karanlık gecelerde yolumuza onlar rehberlik ederler. (Fransa)
- Yalan dört nala gider, gerçek adım adım yürür, fakat gene de vaktinde yetişir. (Norveç)
- Biri sizi bir kez aldatırsa suç onundur. İki kez aldatırsa suç sizindir. (Romanya)
- Bir şekilde doğar, fakat bin bir şekilde ölürüz. (Yugoslavya)
- Hak yenir ama hazmedilmez. (Yunanistan)
- Bir adam en çok sevgilisini, en iyi şekilde ailesini, en uzun da annesini sever. (İrlanda)
- İntikam soğuk yenen bir yemektir. (Fransa)
- Belli düşman gizli dosttan yeğdir. (Türkiye)

Üç şey...


Üç şey;
Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. Bütün köy ahalisi toplandı. İçlerinden sadece birinde şemsiye vardı.
Bu inançtır.
Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır. Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler. Çünkü babaları onu tutacaktır.
Bu güvendir.
Yatağımıza girerken yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair teminatımız yoktur. Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu ümittir.
ve bu üçü varsa hayatınız güzeldir..

1 Şubat 2010 Pazartesi

Öğrendim ki...


Öğrendim ki…
Kimseyi Sizi sevmeye zorlayamazsınız.
Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz,
Gerisini karsı tarafa bırakırsınız.

Öğrendim ki…
Güveni geliştirmek yıllar alıyor,
Yıkmak bir dakika.

Öğrendim ki…
Hayatında nelere sahip olduğun değil
Kiminle olduğun önemli.

Öğrendim ki…
Kendini en iyilerle kıyaslamak değil
Kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.

Öğrendim ki…
İnsanların başına ne geldiği değil
O durumda ne yaptıkları önemli.

Öğrendim ki…
Ne kadar küçük dilimlersen dilimle
Her isin iki yüzü var.

Öğrendim ki…
Olmak istediğim İnsan olabilmem
Çok vakit alıyor.

Öğrendim ki…
Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek
Hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.

Öğrendim ki…
‘Bittim’ dediğin andan itibaren
Pilinin bitmesine daha çok var.

Öğrendim ki…
Bazı insanlar sizi çok seviyor
Ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.

Öğrendim ki…
Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz
Bazıları hiç karşılık vermiyor.

Öğrendim ki…
En iyi arkadaşla sıkıcı an olmaz.

Öğrendim ki…
Düştüğün anda Seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları
Kaldırmak için elini uzatır.

Öğrendim ki…
İki insan ayni şeye bakıp
Tamamen farklı şeyler görebilir.

Öğrendim ki…
Anlatmak ve yazmak ruhu rahatlatır.

Öğrendim ki…
Duvarda asili diplomalar
İnsani insan yapmaya yetmez.

Öğrendim ki…
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.

Öğrendim ki…
Karşısındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin
nereden geçtiğini bulmak zor.

Öğrendim ki…
Gerçek Arkadaşlar arasına mesafe girmez.
Gerçek Aşkların da !

Öğrendim ki…
Ne kadar yakın olursa olsunlar
En iyi Arkadaşlar da ara sıra üzebilir.
Onları affetmek gerekir.

Öğrendim ki…
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor.
Bazen insanin kendisini affedebilmesi gerekiyor.

Öğrendim ki…
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın
Dünya Sizin için dönmesini durdurmuyor.

Öğrendim ki…
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun,
pişmanlığın uzun yıllar sürüyor..

Öğrendim ki…
daha öğrenilecek çok şey var….


Gözler arasındaki ilişkiyi biliyor musun ?
Onlar birlikte göz kırparlar, birlikte ağlarlar,
her şeyi birlikte görürler ve birlikte uyurlar.
Buna rağmen asla birbirlerini görmezler.
Arkadaşlık bunun gibi olmalı.
Arkadaşsız hayat cehennem gibidir.

Konfüçyüs'ten Seçmeler


Kurduğu felsefe ekolü ile bugün bile Çin toplumuna yön veren Konfüçyüs, 2 bin 560 yaşında. Filozofun sözleri bugün de milyonların yolunu aydınlatıyor. M.Ö 551–479 yılları arasında yaşayan Konfüçyüs, yaşadığı dönemde büyük bir karmaşanın hüküm sürdüğü ülkesinde topluma bir düzen getirmek ve insanlara bireysel hayatlarında mutluluğa ulaştırmak için bir öğreti geliştirdi. Ana teması insancıl düzen olan öğretisine göre iyi insan, ancak dünya bütünüyle uyum içinde yaşayan insandır. Bugün, Konfüçyüs’ün doğum günü olarak kabul ediliyor ve Çin’de çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. İzleyicileri tarafından bugüne taşınan ve milyonlarca insanın hayatında rehber olan Konfüçyüs’ün sözlerinden bazıları :
  • Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri varsa, o yerde güneş batıyor demektir.
  • Derin olan kuyu değil, kısa olan iptir.
  • Aradığını bilmeyen bulduğunda anlayamaz.
  • Kendine yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma.
  • Dal rüzgârı affetmiştir ama kırılmıştır bir kere.
  • İnsanlar sahip olduklarını küçümser, sahip olamadıklarını önemser.
  • Konuşmaya layık olanlarla konuşmazsanız, insan kaybedersiniz. Konuşmaya layık olmayanlarla konuşursanız, söz kaybedersiniz.Bilge olan kişi, insan kaybetmez, söz de kaybetmez.
  • Bildiğini bilenin arkasından gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyarınız, bilmediğini bilene öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden kaçınız.
  • Karanlığa söveceğine, kalk bir mum yak.
  • Susmak, insanı ele vermeyen sadık bir arkadaştır.
  • Üstün insan, konuşmadan önce eyleme geçer ve sonra eylemine göre konuşur.
  • Bilgi özgüveni, özgüven ise gücü yaratır.
  • Çizik bir elmas, çizik olmayan bir çakıl taşından daha iyidir.
  • Bilgi insanı şüpheden, iyilik acı çekmekten, kararlı olmak korkudan kurtarır.
  • Alkışı en sessiz şekilde karşılayan, alkışı hak etmiş demektir.
  • Bir milleti tutsak etmek isterseniz, onun müziğini çürütün.
  • Elmas nasıl yontulmadan kusursuz olmaz ise; insan da acı çekmeden olgunlaşmaz.
  • Faydalı insan odur ki boş durmayı sevmez, kişiliğini faydalı işlerle geliştirir.
  • Güçlü olan, sayıca kalabalık kitleler değil, eğitimli kitlelerdir.
  • İyi insanlar, olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olur.
  • Fedakârlıklar, senden başkası bilmiyorsa değer taşır.
  • Kitleler cezalarla düzene sokulursa yozlaşmış olur, karizma ve nezaketle yönetilirse bilinçli ve dürüst olur.
  • Bir şeyi bildiğin zaman, onu bildiğini göstermeye çalış. Bir şeyi bilmiyorsan, onu bilmediğini kabul et. İşte bu bilgidir.
  • Eğitimli insanın hedefi daima yüksek olur. Küçük işlerle küçük insanlar uğraşır.
  • Kendisini eleştirebilen insanlar doğruyu ve güzeli bulma konusunda daha şanslıdırlar.
  • İrade öyle değerli bir özelliktir ki bir ordu komutansız kalsa da kişi iradesinden yoksun kalamaz. İradeli insan davranışları tutarlı insandır.
  • İyi yönetici olmanın sırrı dört yanlıştan kaçınmak, beş doğruyu uygulamaktan geçer. Dört yanlış şunlardır: Nasihat etmeden infaz etmek (gaddarlık), 2-Öğretmeden başarıyı ölçmek (kabalık), 3-Yöne-timde gevşek olup sınırlar koymak (art niyet), 4-Özlük haklarının dağıtımında cimri davranmak (bürokrat olmak). Beş doğru ise şunlardır: 1-Müsrif olmadan eli açık olmak, 2-Gocun-madan çalışmak, 3- Haris olmadan istek duymak, 4- Mağrur olmadan rahat davranmak, 5- Ürkütücü olmadan saygın olmak.